İTALYA: SANATIN, TARİH VE MODAYLA BULUŞTUĞU YER (1)
İtalya, çoğu sanat ve moda tutkununun karantina günleri bittiğinde ziyaret etmek istediği ülkeler listesinin en başında. Belki de kendi kültürümüze çok da uzak olmayan İtalyan kültürü, bizleri hem yurtdışında, hem de yabancı bir yerde değilmişiz gibi hissettiriyor… Karantina günlerinin bitmesini beklemeden bu ülkeye kısa bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz? Hayali yolculuğumuzda sanat ve moda meraklılarının atlamaması gereken birkaç yeri de ziyaret edelim…
Espresso mu Cappucino mu?..
Hepsinden önce, yolculuğumuza meşhur İtalyan kahvesini içerek başlayabiliriz… Kahve, İtalyan kültürünün vazgeçilmez bir parçası. Ülkenin her köşesinde otantik ve benzersiz kafeler bulmak mümkün. İtalyanlar kahveyi neredeyse sudan daha çok içmekte… Bu kahve klasik bir espresso da olabilir ya da espresso “macchiato”; yani bir yudum sütle “lekelenmiş” bir espresso da olabilir… Ama sakın cappucino’yu öğleden sonra söylemeyin! İtalyanlara göre cappucino bir sabah kahvesidir ve öğleden sonra ısmarlayacağınız bir cappucino yadırganmanıza neden olabilir…
Yoğun kahve tadından (ve belki de çıtır çıtır bir İtalyan çöreği olan “brioche”dan) sonra yolculuğumuza ülkenin ev sahipliği yaptığı başyapıtlardan birini görerek devam edelim. Fakat seçeneklerimiz oldukça bol!
İtalya’da Roma’da olup, Rönesans’ın önemli yapıtlarına değinmeden geçmek mümkün değil!..
Eğer Roma’daysanız, insanlık tarihinin en tanınan mimari yapılarından biri ve dünyanın en büyük kilisesi olan San Pietro’yu görmelisiniz. Bu kilise genellikle Michelangelo’ya atanır… Fakat “Mimarı Michelangelo’dur”, demek doğru olmaz. Çünkü üzerinde birçok mimar çalışmış. Nihayetinde Michelangelo tarafından tamamlanmış olduğu için genellikle böyle bilinir... Hikayesi, Rönesans döneminin, aslında sanat tarihinin en önemli isimlerini içerir. Rönesansın en önemli mimari yapılarından ve sembollerindendir; 14. Yüzyılda İtalya’da başlayan bu aydınlanma döneminin ismi bizim dilimize Fransızca’dan “rönesans” olarak geçmiş... Aslı, İtalyanca’da “rinascimento” ve “yeniden doğuş” anlamına gelmekte... Sanat ve kültürel gelişimin en üst seviyesi olarak görülen Rönesans, antik çağın yeniden doğuşudur... Bu yapının hikayesi, karmaşa ve mücadeleden güzelliğin ve aydınlanmanın doğmasına bir örnektir. Bu hikaye, yine Rönesansın en önemli eserlerinden Floransa’daki Uffizi Galerisinde görebileceğimiz Botticelli’nin de resmettiği güzellik tanrıçası Venüs’ün hikayesi gibidir. Zira Venüs, denizden, deniz tabanındaki çamurdan ortaya çıkmış... Hristiyanlık tarihinin belki en karanlık döneminden doğmuştur, San Pietro. Fakat, ilk “St. Peters” da değildir. Dönemin Papa’sı Julius, yolsuzluk ve akraba kayırmacılığı ile anılan kilisenin başına geldiğinde reformasyon istemektedir... Bu nedenle ilk Saint Peters’ı yıktırır; bu hareket bir metafordur; kilisenin hem fiziksel, hem de etik açıdan yeniden inşa edilmesini ister. Tüm Rönesans değerlerine, harmoniye, simetriye, pür geometriye önem veren Bramante’yi yeni bazilikayı tasarlamakla görevlendirir. (Bramante, Michelangelo’yu kendine rakip gören, ve Sistine Chapel’ı onun dekore etmesini öneren kişidir. Michelangelo aslında heykeltraş olduğu için bu büyük projeyi ona yükleyerek itibarını sarsmayı ummuştur. Fakat, işler umduğu gibi gitmemiş, Sistine Chapel eşsiz bir başyapıt olmuştur.) Papa Julius vefat eder, Bramante yaşlanmaktadır, yerine geçen yeni Papa 10. Leo, Michelangelo’nun arkasındaki Medici Ailesi ile yakın olmasına rağmen, projeyi Bramante’nin yetiştirdiği genç Raphael devralır. Fakat tarihi olaylar nedeniyle inşaat, yıllarca yarım kalır... En sonunda proje, Michelangelo’ya verilir ve Michelangelo projeyi sadece on beş gün içerisinde baştan tasarlar... Bazilikanın içindeki tüm mimari ve dekoratif öğeler bakışı yukarı, yani cennete doğru yönlendirir... 89 yaşında vefat eden Michelangelo’dan sonra Barok dönem mimarı Bernini, St. Peters üzerinde çalışmaya devam etmiştir... Barok demişken, yürüyerek varabileceğiniz Trevi Çeşmesine sırtınız dönük, bir dilek tutup bozuk para atmadan Roma’dan ayrılmayın…
Eğer Venedik’teyseniz, Peggy Guggenheim Koleksyionunu görmeden dönmeyin. Amerikalı kolektör Peggy Guggenheim, 1940’ların sonunda Venedik'e yerleşmiş ve hayatının geri kalanı boyunca eşsiz koleksiyonunu orada sergilemiş. Kimi uzmanlar Peggy’nin New York’tan ayrılışının Amerikan sanatı için çok büyük bir kayıp olduğunu söyler... Peggy Guggenheim Koleksiyonu, Venedik’te Büyük Kanal'da bulunan bir modern sanat müzesi ve Venedik'in en çok ziyaret edilen turistik yerlerinden biri... Peggy Guggenheim Koleksiyonu, Avrupa için İtalya'daki en önemli müzelerden biri... Koleksiyon, Kübizm, Sürrealizm ve Soyut Dışavurumculuk gibi türlerde çalışan, önde gelen İtalyan fütüristlerinin ve Amerikalı modernistlerin eserlerini içeriyor. Peggy Guggenheim Koleksiyonu, 18. yüzyıldan kalma bir İtalyan sarayı olan Palazzo Venier dei Leoni'de yer almakta. Peggy, İkinci Dünya Savaşından sonra Venedik Bienali’nin tekrar açılmasıyla koleksiyonunu onlara ödünç vermiş...
Venedik Bienali, bir sanat organizasyonu ve iki yılda bir (tek sayılı yıllarda) düzenleniyor. Çağdaş bir görsel sanat sergisi olan Bienal, dünyadaki diğerlerinin modellendiği orijinal bienaldir. Venedik Bienali 1895'te kurulduğunda, ana hedeflerinden biri çağdaş sanat için yeni bir pazar oluşturmakmış. Satışlar, satış yasağının yürürlüğe girdiği 1968 yılına kadar bienalin ayrılmaz bir parçasıymış. II.Dünya Savaşı sırasında Bienal'in faaliyetleri kesintiye uğramış; 1942’den 1948’e kadar... Bienal, 30 daimi ulusal sanat pavyonuna ev sahipliği yapıyor. İlk pavyon inşaa eden ulus, 1907'de Belçika, ardından 1909'da Almanya, İngiltere ve Macaristan, olmuş. Pavyonlar, bireysel ülkelerin mülkiyeti ve kendi kültür bakanlıkları tarafından yönetilmekte. Pavyona sahip olmayan ülkeler Venedik'in diğer mekanlarında sergi yapıyor. Temsil edilen ülke sayısı hala artmakta...
“Gondollarıyla ünlü Venedik” Klişesinden öte Venedik…
Venedik, "Adriyatik Kraliçesi", "Su Şehri", "Maskeler Şehri", "Köprüler Şehri", "Yüzen Şehir" “Kanallar Şehri” olarak da bilinir. Şehrin bir kısmı UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer almakta... Peggy Guggenheim, bu şehri rüya şehri olarak tanımlamış, belki de tutkunu olduğu Sürrealizm akımı bir gerçekliğe dönüşmüş; her şeyin yüzdüğü, yansımalar dolu olan bu şehirde... Peggy Guggenheim Koleksiyonu, Venedik için çok önemli bir gelişme olmuş, zira hep tarihi bir şehir olarak anılan şehrin, çağdaş sanatın merkezlerinden biri haline gelmesine büyük oranda katkıda bulunmuş. Çağdaş sanatla yaptığımız bu yolculuğumuzun ardından bir Venedik’e özgü bir kokteyl olan Bellini’yi içerek sonlandırabiliriz. Bellini, Prosecco ve şeftali nektarı ile yapılan lezzetli ve ferahlatıcı bir içecek...
"Masalsı Venedik'ten sonra gelecek hafta ,2.bölümde bir başka Italyan başyapıtlar şehri Milano'da buluşmak üzere...."