İTALYA: SANATIN, TARİH VE MODAYLA BULUŞTUĞU YER (2) NEREDE KALMIŞTIK?

Leonardo Usta’nın “Son Yemek” Başyapıtı ve Milano…

Eğer Milano’daysanız, bu şehrin turizm noktası olmasının sebeplerinden birisi de ev sahipliği yaptığı sayısız başyapıt; özellikle de Leonardo da Vinci’nin Son Yemeği (L’Ultima Cena – Santa Maria delle Grazie Kilisesi). Lakin kalabalık gruplar için bilet bulmak Prada moda gösterisine önden yer ayarlamak kadar zor! Aylar öncesinden rezervasyon yaptırmanız şart. Tavsiye; tek başınıza gidin! Bazen yalnızca bir kişi için bilet bulmak rezervasyonsuz ve hemen mümkün olabiliyor. Milano’daki diğer önemli başyapıtlar arasında ise Francesco Hayez’in The Kiss’i (Pinacoteca di Brera Müzesinde), Caravaggio’nun Basket of Fruit’ı (Pinacoteca Ambrosiana Müzesinde) ve Michalengelo’nun Rondanini Pieta’sı (Castello Sforzesco Müzelerinde) bulunmakta.

 

Milano’daysanız Brera’ya uğramadan olmaz…

Sanatçıların ve tasarımcıların favorisi Brera semtini de keşfetmeden dönmeyin. Milano belki de “en İtalyan olmayan İtalyan şehri”; aklımıza gelen Roma, Floransa, Venedik imajına nadiren uyuyor. Daha içine kapanık, gizemli bir şehir… Fakat Brera Güzel Sanatlar Akademisi’ni içinde bulunduran ve yürüyerek keşfedilmesi gereken Brera, daima atmosferi ile akıllardaki İtalya’da olduğunuzu hissettirecek bir semt. Bu bohem semt, vintage mağazalar, enfes pastaneler ve tipik İtalyan restoranları ile dolu. Ayrıca Armani, Dolce&Gabbana, Prada, Versace gibi yüksek moda markalarının bulunduğu alışveriş alanı “Altın Dikdörtgen” yani ünlü Via Montenapoleone isimli caddeden sadece bir kaç adım ötede. 

 

Milano’da sanatın ve modanın kesiştiği en önemli yerlerden birisi de çağdaş sanata ve kültüre adanmış bir kurum olan Fondazione Prada... Fondazione'nin yeni Milano kompleksi mimar Rem Koolhaas tarafından tasarlandı. Yeni kompleksin en ayırt edici özelliği, Fondazione Prada'nın sanat koleksiyonundan parçaların kalıcı olarak sergilendiği, 24 ayar altın varakla kaplanmış dört katlı bir bina olan “Perili Ev”... Giriş binası da ziyaretçileri, ünlü yönetmen Wes Anderson'ın eski Milano kafelerinin tipik havasını yeniden yarattığı bir bara davet ediyor…

 

Hızlı bir öğle yemeği için “panzerotto” denilen kızarmış hamurlardan biri ideal. Sade ya da içleri aklınıza gelebilecek – tuzlu ya da tatlı – her şey ile doldurulmuş olan bu lezzetli atıştırmalıkların en klasiği ise içi domates ve mozarella dolu olan. Efsaneye göre panzerotto, giysilerine yemek dökülmesini istemeyen aristokratlar için geliştirilmiş bir çeşit kapalı mini pizza.

 

Unutulmaz bir gelato içinse “Artigianale” yani geleneksel yollarla yüksek kaliteli malzemeler kullanılarak üretilmiş dondurmalardan şaşmayın. Bunlar genellikle küçük ve mütevazı İtalyan dondurmacıları fakat lezzetleri eşsiz... 

 

Milano’dayken Navigli’de bir “aperitivo” keyfi yapmadan dönmek olmaz. 

İki su kanalı olan Naviglio Grande ve Naviglio Pavese şehrin güneyinde yer alan ve gece hayatının gözdesi olan Ticinese semtinde bulunuyor. Bu bohem su kanalları, caféler, vintage mağazalar ve sanat galerileri ile çevrelenmiş. Burası “aperitivo” ya da Milano usülü “happy hour” yapmak için en doğru yer. Tek yapacağınız menüden bir kokteyl ısmarlamak, böylece sınırsız açık büfeye erişiminiz oluyor. Ayrıca her ayın son pazar günü bu kanallarda kurulan antika pazarına denk gelirseniz, kendinize ve sevdiklerinize küçük hediyeler seçebilirsiniz. Fakat, asıl vintage meraklılarının kesinlikle ziyaret etmesi gereken şehir Milano’ya çok da uzak olmayan, hızlı trenle bir saatin altında ulaşabileceğiniz Torino. (Milano’dan bahse devam ama araya Torino’yu eklemem gerek konu gereği